25 Ocak 2021 tarihinde, ilk defa yayınladığım “Hangi Chat Uygulaması?” başlıklı yazıyı, zaman içerisinde edindiğim bilgilerle güncelleyebilmek adına parçalara ayırmaya karar verdim. İlk yazdığımda da uzun geldiğini düşündüğüm metni daha kısa ve daha anlaşılabilir şekilde, kendi içinde ayrı konuları kapsayacak parçalar halinde tekrar kaleme alıyorum. Burada okuyacağınız metin, ilk yazımın bir yansımasıdır.
2020 sonları, 2021 başlarıydı… telefonuma Whatsapp’tan gelen bildirimle güne başlamıştım. Whatsapp, “gizilik sözleşmesi” hükümlerinde değişikliğe gidiyordu. İçeriğine çok bakmadım bildirimin; hem 1-2 yıl öncesinde olsaydı okumadan kabul edip geçeceğim bir uyarı gibiydi daha çok. Ancak yakın zamanda “gizlilik” üzerine o kadar çok yazılımda kötüye kullanım örnekleri gördüm ki, işkillendim ve bildirimi kabul etmeyip uygulamayı kapattım… Ardından, bir patlama yaşandı.
Herkes, birbirini arayıp Whatsapp’ın neden böyle bir değişikliğe gittiğini sorgulamaya, Facebook’a yazılar göndermeye başladı. Ses kayıtlarının paylaşılıp paylaşılmamasındaki sakıncalar, kişisel verilerin karşı tarafa geçmesi durumundaki tehditlerdi gündem. Tek kızan ve işkillenen ben değildim. Çok sayıda insan öfkeli, korkulu ve tepkiliyi.
Bu korku ve tepki elbette sadece 2 gün sürdü… Sonra herkes bildirimi kabul edip hayatına kaldığı yerden devam etti. Çok şaşırmamak lazım, bizim insanımız böyle… Kızıp tepki gösterdiği şeyi düzeltmek ya da ondan vazgeçmek son yoldur. Olabildiğince koşulları ve durumu kabul etmeye çalışır. Konfordur insanımız için önemli olan, gerisi hikaye.
Bense aksini yaparak, Whatsapp’tan kurtulup ne yapabileceğimi araştırmaya başladım. O günden bugüne de bir yerlere gelebildiğimi düşünüyorum.
Bugün kullandığım yazılımların “tekel” olmadığı, takip edilmediğim, ifşa olmadığım, mahremiyetimin saklı kaldığı bir chat ve sosyal medya platformu içine yolumu bulmuş durumdayım. Bu okuduğunuz blogun bile, kimliğimi ifşa etmediğini, tüm kodlaması açık, sizi hiçbir şekilde izlemeyen, şeffaf bir platform olduğunu kendiniz de keşfedebilirsiniz.
Belki de ilk adım, herkesin dilinde olan “bedava aldığımız hiçbir hizmetin gerçekte bedava olmadığını" kabul etmekten geçiyor. Bugün Facebook, Instagram, Google, Gmail, Whatsapp, Pinterest ve benzeri ne kullanıyorsak, hepsinde karşı taraflar verilerimizi topluyor ve işliyor. 2 milyara yakın insana sunulan bu hizmetler, bedava değil, olamaz. Bu hizmetleri sunan şirketler sonsuz kaynağı olan vakıf ya da devletlerden ziyade, ticari kuruluşlar. Bir şekilde sundukları hizmetin karşılığını da almaları gerekiyor. Bu bedel ne yazık ki çoğu yerde bizim verilerimiz oluyor. Bizden aldıklarını, başkalarına reklam, analiz, vb. ihtiyaçlar doğrultusunda satıyorlar (en azından bildiğimiz bu kadar).
Ben oldum olası kendim ve sevdiklerimin fotoğraflarını, adresimi, arabamı, ses kaydımı, TC kimlik numaramı (hükümetimiz eksik olmasın zaten dışarıda), mülkümü, eşyamı, parmak izimi ve benzeri bilgilerimi “bedava hizmet veren” mecralarda paylaşmıyorum. Bunu doğrudan bana bir tehdit olduğu için değil, özgürlükle karıştırıldığına inandığım “kendini ifşaya” düşmemek için yapmıyorum (yoksa, Facebook benim tekil olarak verilerimden birşey elde edemez…). Gördüğüm tehlike, şahsımıza doğrudan gelecek tehditlerden ziyade, özgürlük kisvesi altında kendimizi ifşa ettirerek elde ettikleri toplumsal ve demografik verileri topluyor olmaları.
Topladıkları veriler mesajlarımızın ya da tweetlerimizin içeriğinden çok, kim kiminle iletişim kuruyor, ne sıklıkta iletişim kuruyor, hangi konumdan iletişim kuruyor, dosya, resim gibi ek içerikler paylaşıyor mu, iletişiminin konusu ne şeklindeki veriler oluyor (bu verilere meta-veri dendiğini de çokca duyabilirsiniz).
Tekil / kısıtlı çevrelerden toplandığı zaman bir anlam ifade etmeyen bu meta-veriler, ülke / kıta boyutunda toplandığında kitleleri yönlendirebilecek güçte oluyorlar.1 Metnin diptnotunda da referensını verdiğim “Psikopolitia - Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri,” son 15 yılda türeyen chat ve sosyal medya platformalarında “özgürlük” kisvesi altında nasıl “kendi kendimizi ifşa” ettiğimizi, gizlilikten ziyade hiçbir mahremiyetimizin kalmadığını, bizler üzerinden toplanan verilerin nasıl “big-data"ya katıldığını çok güzel bir dilde anlatıyor. Fırsatınız olursa, konuyla ilgili bu kitaba mutlaka bakmanızı tavsite ederim.
Sözün başına dönersem, bu yazının yazılmasına vesile olan 2021 başında Whatsapp’ın paylaştığı “gizlilik sözleşmesi hükümlerine” tepkim ve Whatsapp’ın verilerimize göz dikmiş olması aslında yeni bir uygulama değil. Belki 15 (hatta 20) yıldır süregelen bir gerçek. Kanunlar bizleri koruyabildiği ölçüde bu uygulamalardan (yani gizlilik sözleşmesinde aleyhimize belirtilen hükümlerden) muafız, aksi takdirde “ne alıyorsak onu veriyoruz.”
Trump dönemi ABD seçimleri ve Facebook’un seçmen meta-verilerini satarak bu seçimlerde ne kadar pay sahibi olduğu ortada. Edward Snowden, NSA ve CIA’in kendi vatandaşlarını izlediğini ve yine kendi vatandaşlarına göstere göstere nasıl yalan söylediğini ispatladığı için ülkesinden kaçmış ve hala aranır durumda.2 Ülkemizin önde gelen GSM operatörleri bile alenen AVM şirketlerine “hangi anda hangi mağazada kaç kişi olduğunun” verisini bizler üzerinden pazarlayıp, deyim yerindeyse “konumumuzdan bile nemalanıyor.”3 Yazmakla bitmeyecek ticari bir pazarın parçası olduğumuz gibi, kullandığımız elektronik ekipman ve hizmetlere göre başta ABD, Çin, Rusya, Almanya, İngiltere gibi devletlerin de sürekli takibi altındayız.
Aslına bakılırsa, öyle bir şekilde kapana kıstırıldık ki, an be an izleniyor, dinleniyor ve kayıt ediliyoruz. Bizlere özgürmüşüz gibi davranılıyor ancak aksine, hepimizin zihnine, ruhuna prangalar vurulmuş durumda. Attığımız her mesaj, üzerinde çalıştığımız her dosya, girdiğimiz her sokak, dinlediğimiz her müzik, açık bıraktığımız her kamera veya mikrofon bir şekilde kaydedilip sonradan ya pazarlama ya da kitlesel yönlendirme aracı olarak bizlere geri satılıyor / dayatılıyor. Bir kabusun ortasındayız, ve (lütfen!) gerçeği görüp artık korkmaya ve tepki göstermeye başlayalım. Konu, “benim gizleyecek birşeyim yok"un çok ötesine geçmiş durumda… Konu tek siz de değilsiniz, merak etmeyin o kadar öneminiz yok onlar için. Konu hepimiziz, “biziz.” Her birimizden aldıkları veriyi, toplu olarak işleyerek kullanabiliyorlar. Tek sizin veriniz değil peşinde oldukları.
Eyleme geçip içinde bulunduğumuz tehditleri hafifletmediğimiz ve bu prangalardan kurtulmadığımız sürece, tercihlerimizden düşüncelerimize varıncaya kadar her adımımızda başkaları bizim namımıza karar veriyor, bizleri de bireyler olmaktan çıkartıp, alınır/satılır emtialar haline getiriyor. Hiçbir mahremiyeti ve özeli kalmayan bireylere dönüşmemiz, bunu sanki kör göze sokulan parmak gibi daha da pekiştiriyor!
Bu kabustan çıkmak mümkün. Nefesim yeterse, bir blog yazı dizi olarak kendi çıkış sürecimi ve süreçte edindiklerimi sizlerle paylaşmaya devam edeceğim. “Özgür Yazılım”, “Federe Platformlar”, “Açık Kod” gibi kavramların olduğu, insanı daha merkezinde tutan bir teknoloji / yazılım dünyası ve bu dünyayı oluşturan bir topluluk var. Ara ara bunların her birini ele alarak, içinde olduğumuz vahşi düzene nasıl başkaldırabileceğimizi paylaşmaya çalışacağım. Teknoloji ve yazılım bir canavar değil, sadece araç olmalı. Bizler bu aracı hakkıyla kullandığımız ölçüde benliklerimizden feragat etmeyip, onlardan fayda sağlayacağız…
Devamı olacak sonraki yazıma dek, hoşçakalın…
-
Psikopolitika - Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri kitabına bakabilirsiniz. Bu kitapla ilgili kısa okumama bu linkten erişebilirsiniz. ↩︎
-
Oliver Stone’un yönetmeliğini yaptığı Snowden filmini izlemediyseniz öneririm. ↩︎
-
Şirketlerin verilerimizi ticari olarak nasıl kullandığını daha derinlemesine anlamak için The Social Dilemma filmini öneririm. ↩︎