Deprem'de Ayna Tutmak
Bu yazının başlığını çok çevirdim kafamda. “Deprem ve Muz Kabuğu” istediğim bir başlıktı ancak bir yandan da alaycı bir nüktesi olmasını istemedim. Güneydoğu depremi sonrası yaşananlara alaycı yaklaşmak istemiyorum. Bizim memlekette kinik olmak çok zor değil - kurnaz olduğumuz ve çok akıllı insanlar olmadığımız malum - bu hususta trajiden çıkarımlarım benim için daha kıymetli. Bu yazıyı yayınladığım gün itibarıyla depremin üzerinden bir aydan biraz fazla zaman geçti, ben ancak düşüncelerimi topluyorum....
Freedombox ile Evinizde Kendi Sunucunuzu Kurun
Kendi Bulutum İki yılı aşkın süredir, “mahremiyet” kavramı sürekli kafamda çevirdiğim, kendi becerilerim ve ağırlıklı Internet’ten araştırdıklarım çerçevesinde etrafıma kalkan örmeye çalıştığım bir konu. Bizler, teknoloji devlerinin e-posta, sohbet, takvim gibi “bedava” hizmetleri karşılığında kullanım alışkanlıkları izlenen, siyasi ve politik duruşları, tüketim alışkanlıkları gözlenen, sonradan da bu verilerle pazara reklam altlığı olarak satılan metalar değiliz. Bizler bireyiz; bu anlamda hem kendimizden hem de çevremizden sorumluyuz. Yazılımcı ya da donanımcı değilim. Bugüne kadar Apple’ı çöpe attık, cep telefonunu arındırabildiğimiz kadar Google’dan arındırdık (gücümüz yettiyse eski tuşlu telefona döndük - hatta daha iyisini yapabiliyorsak, telefonu tümüyle çöpe attık), F-Droid yükleyip sadece özgür programlar kurduk, kişisel bilgisayarımızdaki işletim sistemlerini özgür yazılımlara döndürdük, gücümüz elverdiği ölçüde donanımlarımızı “açık” alternatifler içerisinden seçmeye çalıştık....
Akıl Notları
Bu post ara ara hortlayabilir… Metne dökmediğim, küçük akıl notlarını düşeceğim buraya. Kimileri bana ait, kimileri değil, kimileri esinlenmeler. Bunlar yazıyla olgunlaşmış düşünceler değiller… Belki bir gün kendilerine ait metinleri olur diye birikiyorlar… ‘Bordro mahkumu’ olmayacaksın… Yaşamak gerek. Bedenine, ruhuna, evine, sevdiklerine, hiç tanımadıklarına vakit ayıracaksın… Her birine benden birer gün (şimdilik). Kalan günler onların olsun; verdikleri üç beş kuruşa bunları yaşatmaya bak. İnsan kendini insan üzerinden tanır. Ya sokaklara çıkacak; onlarla konuşacak, yiyip içip düşüp kalkacaksın, ya da onları edebiyatta bulacaksın…...
Beyaz Geceler
Kumarbaz’dan sonra bambaşka bir yazarın dünyasına daldım sanki Beyaz Geceler’de. Kitap’tan ilk kalan yabancılaşma oldu; hem yazara, hem gerçekliğe yabancılaşma. Biraz kahramanımızın hayalperstliği gibi, somut bir yabancılaşmadan ziyade uzaklaşma ve kopma hissiyle karmaşık da bir yabancılaşma. Merak ettim, okuduklarımdan kronolojik bakarsam biraz daha taşlar yerine oturur mu diye. Öteki (1846), Beyaz Geceler (1848), Yeraltından Notlar (1864), Kumarbaz (1867)… Öteki’den sonra bu şekilde yazmış olması… ne değişti acaba? İlk gece kahramanın sevgiliye dayattığı (beni kesmeyin, yoksa hep susarım diyerek) okuduğumuz monolog yüreğimi sıkıştırdı....
Bu Blog Gibi Bir Site de Siz Kurmak İster misiniz?
Cevabınız evetse, bu yazı size yardımcı olabilir… Neden Sosyal medyaya tepkimi ne kadar dile getirsem az. Bir curcuna ve keşmekeş içerisinde çoğu niteliksiz yazı ve düşüncenin olduğu, insanların özgürlük kisfesi altında kendilerini ifşa ettikleri, sürekli izlendikleri ve bunun farkında bile olmadıkları bir düzlem oldu sosyal medya. Halbuki zamanı biraz geri sararsak, şöyle 90’lar belki 2000’lerin başına dönersek, yazmak ve paylaşmak isteyenler için özgür bir platform sunuyordu internet. Gazete ve dergide yazmayan / yazamayanlar, internet sayesinde kendi gazetelerini yayınlayabiliyordu bloglarla....