Adam Philips’in ancak birkaç kitabını okuma fırsatı buldum. En son “Yasak Olmayan Hazlar"ı elime almışken, yazarın bu kıtabında da defaten Oscar Wilde ve Dorian Gray’in Portesi’ne atıfta bulunması, elimdekini bırakıp koşa koşa bir adet “Dorian Gray’in Portresi” edinmeme sebep oldu 😊

Dorian Gray’in Portresi, İşbankası Kültür Yayınları’ndan çıkan, İngilizce aslından Didar Zeynep Batumlu tarafından çok sevdiğim ve anlaşılır bir üslupla çevrilmiştir. Eser, Hasan Ali Yücel Klasikler Dizisi’nin bir parçasıdır.

Adam Philips’in kulağımda çınlayan sözlerini kitabın en başında, Önsöz’de bulmak, henüz tanımamışken yazarla aramdaki bağı oluşturmaya başladı. Değinmeden geçmeyeceğim, kitapta yazarın iki sayfalık Önsöz’ü dışında başka bir önsöz de bulunmuyor… Bu da beni alışageldiğimiz önzsölerdeki baya ve sıkıcı “bakın ben de konuya ne kadar hakimim, ne çok biliyorum” bilmişliğinden kurtarınca, gönül rahatlığıyla kitaba başlayabildim.

Eser’in yorumuna eminim çok yerde rastlayacaksınız. Popüler kültürden de bildiğimiz şekliyle Dorian Gray, tüm güzelliği ve çekiciliğiyle mükemmelliği temsil eden bir delikanlı. Diğer yandan yakın bir arkdaşının kendisine hediye ettiği portresi, onun iç dünyasındaki her türlü “ahlaksızlığı” ve “yozluğu” temsil edecek şekilde bozulup çirkinleşen, buruşuk ve gudubet bir yansıması.

Kitap düz yazı olmasına rağmen, hikayenin akışı ve yazılanların arkasındaki sembolizma, bir şiirsellik içeriyor. Kitap her bölümünde dile getiremediğim, betimleyemediğim ancak ne olduğuna dair sezgilerimin olduğu duygu ve düşünceler uyandırdı. Bu duygu ve düşüncelerin çok azını buraya aktarabiliyorum.

Bu yazıma ilgi duyanların buraya kadarını bildiklerini ve henüz kitaba yönelik duygulanımlarını kaçırmadığı umuyorum. Kitabı okumadıysanız, bundan sonrasına bir ara vermenizi rica ederim. Aşağıda, aklımda kalanlardan kitaba dair kendim için yazdığım özeti bulabilirsiniz.


Varlıklı bir ailenin tek varisi olan Dorian Gray, güzelliğiyle ün salmış, parıltılı bir yaşantısı olan ve geçinmek için çalışmak zorunda olmayan aristokrat bir delikanlıdır. En yakın arkadaşları, ressam Basil Hallward ve yine kendisi gibi aristokrat Lord Henry Wotton’dır. Kitapta Basil benim için “ruhu / çocukluğu / yaratıcılığı / saflığı” temsil ederken, diğeri “yetişkinliği / kurnazlığı / deneyimi / aklı” temsil etti.

Yetenekli Basil, Dorian Gray’in güzelliğinden o kadar etkilenir ki “ruhundan katarak,” Dorian’ın bir portresini resmeder. Portre, Basil’in yapmış olduğu en iyi çalışmadır; zaten bundan sonra da aynı başırıya tekrar yakalayamaz. Hatta, bundan sonraki çalışmaları git gide vasatlaşır, sanki ruhunu aktardığı portre tüm yaratma gücünü de beraberinde alıp götürür.

Dorian, portreyi görür görmez hayranlığa düşer, kendi güzelliğine aşık olur. Lord Wotton’ın önceden kendisine “güzellik dehanın bir biçimidir” sözüyle “gençlik ve güzelliğin el ele olduğu” benzetmeleri, Dorian’da hazzı ve narsiszmi en üst seviyelere çıkartır.1 Dorian, bu duyguların içinde tabloyu görür görmez “keşke benim yerime tablom yaşlansa da, benim güzelliğim ebedi kalsa” dileğinde bulunarak, bedelini ödeyeceği büyüyü tetikler.

Zamanı gelindiğinde Basil’den isteyerek malikanesine aldırdığı portrenin sırrını keşfeden Dorian, onu kimsenin görmeyeceği şekilde “travmatik gençliğinin geçtiği ancak artık kapısı dahi açılmayan tozlu odasına” kitleyerek gizler. Tablodaki sureti, Dorian’ın yaşamında ruhuna gelebilecek her türlü olumsuzluğu kendi üstüne alarak, onun hayattaki suretini ve güzelliğini korur. Dorian’ın işlediği her günaha karşılık, portresindeki suretinde bozulma, çarpılma ve deformasyonlar başlar. Dorian, portresindeki güzelliğin bu ızdıraplı şekilde deforme oluşundan sadistçe haz alır; her türlü günah, soysuzluk ve adiliği yaşayarak, yansımasındaki ızdırap, çürüme ve yokoluşu geceleri gizli gizli hapsettiği tavan arasındaki odasında izlemeye başlar. Beden güzelliğine aşkından aldığı güç, özüne bir nefrete dönüşür. Eylemsiz ve tutsak kalmış ruhunun ona verebileceği bir zarar olamazken, Dorian ona her türlü ızdırabı yaşatacak güçtedir. Gerçeğin portrede olduğunu bilen Dorian, gözüyle gördüğü bozulma, yaşlanma ve çürümüşlüğü hazmedemez, onu her anlamda daha da tüketmeye, yok etmeye gider.

Dorian, toplumun ‘ayıplayabileceği’ herşeyi yaşar. Aşık olduğunu sandığı bir genç kızı umutlandırıp, onda uyandırdığı aşkla örselediği yeteneğin yitmesine ve buna karşılık kızı umutsuzluğa iterek intiharına bile sürükler. Aşık olduğu aslında kızın kendisi değil, sahnede sergilediği yeteneği ve bu yetenekle ışıldayan güzelliğidir. Kız, aşkla kalbini Dorian’a verince, yetisinden de feragat etmiş olur ve Dorian’ın sevgisini ve ilgisini kaybeder.

Yıllar geçer, Dorian ne gençliğinden ne de güzelliğinden yitirir. Çevresinde hayranlık uyandıran, kadınların aşık olduğu ancak hiçbir saygınlığı kalmamış birisidir. Yaşamdan haz almaz, herşey onun için bayalaşmıştır. Lord Wotton bile Dorian’ın gençliğini koruduğunu ve yıpranmadığını farkeder ancak kimse olan bitenin sebebini bilmez. Dorian için hiç kimsenin ve hiçbir şeyin anlamı kalmamışır.

Dorian, yaşadığı “ahlaksız ve kötü” yaşamdaki sırrını kimseyle paylaşmaz. Bir gece, Lord Wotton’la yediği bir yemekten evine dönerken, Basil’le karşılaşırlar. Paris’e taşınmak üzere hazırlıklarını tamamlayan ressam, gitmeden önce Dorian hakkında kulağına gelen dedikoduları yalanlayabilmek adına arkadaşıyla yüzleşmek ister. Kısa da olsa, Dorian’ın evinde, yüz yüze konuşmak için Dorian’ı zorlar; beraber Dorian’ın malikanesine giderler.

“Yüzündeki güzelliğin” hakkında söylenenen bunca kötülüğü yalanlayan tek gerçek olduğuna inanan Basil, arkadaşının lekelenen ismini temizlenmesini ister. Dorian’ın güzelliğinin ruhunu yansıttığını, gerçek ruhun ancak tanrı tarafından görebileceğine inanan Basil, düşüncelerini Dorian’a anlattıkça, Dorian gülümser ve söylenenleri alaya alır. Sohbet fazla uzamadan, Dorian gerçekleri anlatmak ve sakladığı portrenin geldiği hali göstermek üzere Basil’i tavan arasındaki odasına davet eder. Dorian, sırrın tek başına yükünü taşıyamayacak haldedir, “kötü"lüğüne bir şahit ister. Basil’in söylediğinin aksine, ruhunu görenin sadece tanrı olmadığını (ya da içi boş aşkla kendini tanrısallaştırdığını) Basil’e göstermek ister.

Odaya çıktıklarında portreyi gören Basil, umutsuzluk, hayalkırıklığı ve gözyaşları içinde dizlerinin üzerine düşer. Dorian’a, dileğinin nasıl dilediyse, aynı şekilde yeniden bir dilekte bulunarak durumu düzeltmesi için yalvarır. Kendisinin de bu durumda pay sahibi olduğunu ve tanrının Dorian’ı dinleyeceğini, affedeceğini düşünür. Dorian, artık geç kalındığını ve geri dönülemeyeceğini söyler.

O anda, Basil’e karşı hırs, öfke ve hiddet duygularına kapılan Dorian, karşıkoyamadığı bir dürtüyle masasında duran bıçağı alır ve Basil’in boynuna defalarca saplar. Basil kısa ama çelimsiz direnişinden sonra orada ölür. Dorian, sırrını bilen ve kendini vareden, ona bir anlamda ruhundan üfleyen, adeta tek tanrıyı da öldürmüştür.

Basil’in cesedini yok etmesi için Dorian, eskiden arkadaşı olan ancak artık kendisiyle görüşmek istemeyen kimyager Allen Campbell’a şantaj yapar. Cesetten geriye hiçbir iz bırakmadan onu yok eden Alan Campbell, kısa süre sonra intihar eder.

Yaşananlardan sonra Dorian, Lord Wotton’ın “ruhu iyileştirmenin aracı duyular, duyuları iyileştirmenin aracının ruh” sözlerini hatırlayarak kendini afyona verir. Şehrin dışında, iskele bölgesinde afyon çekmek için gidip geldiği batakhanelerde, intiharına sebep olduğu ilk sevgilisinin abisi kendisini tanır ve ölümle tehdit eder. Dorian, elinden kaçarak malikanesine döner ancak karşılaştığı bu ölüm tehdidi, yaşamından atamadığı bir korku haline gelir.

Aradan geçen bir hafta sonrasında, Dorian şehrin seçkin aristokratlarının da katıldığı bir av düzenler. Av sırasında yaşanan kaza sonucu (davetlilerden birinin ava doğru ateş ederken, yanlışlıkla görevlilerden birini vurması ve öldürmesi), Dorian avı durdurur. Ölen kişi, o anda orada olmaması gereken bir yabancıdır. Cesedin kimliğinin tespiti için kaldırıldığı ahıra giden Dorian, ölen kişinin kendisini tehdit eden kişiyle aynı olduğunu görür. Bu durum, onu özgürleştirir ve mutlu eder. Hayatında korkunun yarattığı “kara bulutlar” bir anda yok olur. Ancak bu durumun gerçekle ilgisi yoktur. Hayatını tehdit eden kişinin ortadan kalmış olması, Dorian’ın yaşamındaki gerçek tehlikeden çok uzaktadır.

Aylar sonra, Lord Wotton’la yine bir yemek sohbeti yaşanır. Dorian, yıllardan sonra artık daha sakin, mütevazi bir tutum içerisindedir. Bu durumu, iki arkadaş tartışır. Lord Wotton, Dorian’ın olduğu haliyle çok iyi olduğunu iddia etse de, Dorian yaşamı boyunca “feci şeyler” yapmış olduğundan bahseder. Artık kendini yeniden oluşturmak istemektedir. Örnek olarak Dorian, yakın bir köyde Hetty Merton isimli bir kızla flört ettiğinden, ancak kıza kendi deyimiyle “el sürmeden” ilişkiden kendini çektiğinden bahseder. Sohbetlerinde Basil de konu olur, ve Dorian itrafa çok yakındır. Ancak Lord Wotton, Dorian’ın bir cinayet işlemiş olabileceği olasılığını kabul etmez.

Evine döndüğünde Dorian’ı yeni bir korku sarar: kendi ruhunu öldürmüş olabileceği korkusu. Son dönem yaşantısını mütevazileştirmesi ve Hetty Menton’a göstermiş olduğu lütfun, portresine yansıyıp yansımadığını merak eder.

Porteyi hapsettiği odaya çıktığında, hiçbir şeyin değişmediğini, portredeki aksinin elinde kan lekesi ve yüzünde sinsi tebessümle sürdürdüğünü görüp, yaratmış olduğu ucube karşısında öfkeye düşer. Portrenin işlemiş olduğu cinayete delil olabileceğini düşünür; geçmişi silmek ve artık “ahlaksızlık"larının portrede yansımasının bir anlamı kalmadığı hisleriyle, Basil’i öldürdüğü bıçağı çalışma masasından alarak portreyi parçalamaya hamle eder.

Malikanedeki hizmetkarlar bir çığlık sesine koşarak tavan arasındaki odaya çıkar. Yerde, evin efendisinin portresi önünde, elinde bıçak, yüzü kırış kırış, tanımadıkları deforme, çirkin, ihtiyar bir adam yatmaktadır. Portre’de ise Dorian Gray, bir önceki günden hatırladıkları haliyle, güzel ve çekici şekilde göz kamaştırır…

Kitabın yayınevi sayfasına erişmek için buraya tıklayabilirsiniz. Kitap Kapağı


  1. Henry Wotton’ın kitapta dile getirdiği birçok düşüncesi olur. Nerdeyse her biri üzerinde ayrı ayrı tartışılabilecek bu düşüncelerin içerisinde en çok sevdiğim “duyuların ruhu beslediği"dir. Dünyayı duyularımızla algılamamızın sadece bundan da olsa ne derece önemli olduğunu bana hissettirmiştir. ↩︎