Bu yazı başlığı, Eric S. Raymond’ın 1999 yılında yazyımladığı “The Cathedral & The Bazaar” isimli makaleden etkilenilerek seçilmiştir.

Eric Raymond, 1999’da kaleme aldığı “The Cathedral & The Bazaar” yazısında, dönemin “özgür yazılım” geliştirmesini sırasıyla katedral ve pazaryerine benzetmiş. Analojide katedral ince işçiliği, heybet ve görkemiyle bir otorite ve tekelleşmenin üretimini temsil ederken, pazaryeri herkesin dirsek temasının yüksek olduğu, alışverişte bulunduğu, bir curcuna ve düzensizlik içerisinde eşitliğin, katkının ve çeşitliliğin olduğu düzeni temsil ediyor. Katedral, ufak ayak izi ve görkemiyle heybetini yükseklikten alırken, pazaryeri yayvan ve dağınık yapısıyla tabanın her köşesine erişebiliyor.

Raymond’dan çok uzağa düşmeyerek, kullandığımız “kapalı kodlu” tekel yazılımları ben de katedraller gibi görüyorum. “Tapınmak” için kendisinden başkasına gidemediğiniz, kendi emek ve gözlemimizle ancak bir kısmını kavrayabildiğiniz, her köşesi ve detayını algılayamadığımız ustaca (ve belki sinsice) oyulmuş yapılar bir çoğu. Bu yapılara, yapan ustaları haricinde kimse ne birşey ekleyebiliyor, ne de birşey çıkartabiliyor. Sizi içlerine aldıklarında ise, küçücüksünüz. İşleyişine müdahaleniz olamayacağı gibi, ona da mahkumsunuz. Kendi düzeni içerisinde yeriniz bellidir, başka yere gidemezsiniz.

Öteki taraftan aynı uygulamaların bir de “pazaryeri” versiyonları var. Pazaryerine gittiğinizde ihtiyacınız olan meyve / sebze / giysi / eşya her ne varsa, hiçbirisi bir tekelin elinde değildir. Hepsinde pazarcı ile iletişimde olup ürünün taze olup olmadığını, kusuru varsa gözünüzle gördüğünüz ve beğenmeme durumunda başka pazarcıdan temin edebileceğinizi (ya da benzer şekilde pazarcının sizi sevmemesi durumunda ürününü satmadığı) bileceğiniz bir denklik bulunur. Yeri gelir göz hakkından size düşen bir meyveyi alıp tadına bakarsınız almadan. Pazzarcıların ve tüketicilerin eşit düzemde olduğu bir dünyadır. Pazaryerinde ne siz pazarcıdan, ne o sizden üstündür. Herşey bir sinerji ve bütünlük içinde, karşılıklı alışverişle, karmaşık görünse de, düzen içerisinde yürür gider.

Bu denklik ve işbirirliği aslında “iyi ürün” içindir. Tüketiciler ve üreticiler dirsek temasında olur ve birbirlerine geribildirimde bulunarak veya yer yer katkı sağlayarak ürünü geliştirmeye, iyileştirmeye odaklanmıştır. Ürün, bir tekelin değil, bir topluluğun olur.

Pazaryeri ve Katedral benzetmelerime “dağıtık” (federated) ve “merkezileşmiş” (centralized) yazılımlar gözüyle de bakabiliriz. Bunlara birer basit örnek vermek gerekirse, gündelik kullandığımız e-posta hizmeti pazaryerinin “dağıtık” bir iletişim aracıyken, Whatsapp “merkezileşmiş” katedral benzeri bir iletişim karşıtıdır.

Nasıl derseniz; e-posta hizmetini bir tekelden temin etmek zorunda olmadığımız gibi, bize gerekli işlevi yerine getirecek herhangi bir programı seçip kullanabiliriz. E-posta ile iletişim, kurumların ve tekellerin kontrolünde olmayan, gerekli teknik donanımla evimizdeki bilgisayarda dahi kurup kullanabileceğimiz bir iletişim teknolojisidir.

Diğer yandan “Whatsapp” tam tersi cehede yer alır… Sadece ona kayıtlı olan insanlarla ve onun teknolojik altyapısıyla iletişim kurabilirsiniz. Tekel statüsünde olduğu için inanılmayacak sayıda kişinin verisini tek potada toplar (2 milyar kişi olduğu düşünülüyor). Dikkat edelim, bu yoğunlukta topladığı veriyle, herhangi bir kitleyi yönetmeye, ya da herhangi bir kişi yerine karar vermeye yetecek mekanizmaların yerine koyacak güçtedir.

Whatsapp öyle bir boyuttadır ki, Türkiye’nin milli mesajlaşma uygulaması (!) gibi çalışan, kesintiye uğradığında bizleri ne yapacağını bilemez hale düşüren, elimiz ayağımız, iş teklifleri ilettiğimiz, randevularımızı düzenlediğimiz, özel günlerimizin fotoğraflarını paylaştığımız, sosyalleşmeyi yüz yüze görüşmeden alıp grup ve sohbet ekranına devşiren bu uygulama, istediği sözleşmeyi bize rahatlıkla ve zorbalıkla dayatabilecek güçtedir. Bir kısmımız, “benim saklayacak neyim var ki…” sanrısıyla bunu kabul edermişçesine yaşıyabilir ancak bunu yapanlar, kendilerini kandırdıklarını da bir o kadar bilir.

Unutmamalıyız ki, bu tekel uygulamalar bizim “gizlimiz” peşinde değil, bizim “mahremimiz” peşindedir.

İşte bu sebeple tekel olan, merkezileşmiş, “katedral” yazılımlar, bizlerin her türlü verisini toplayıp işlemeye haiz, bizleri izleyip yönetebilen, yeri geldiğinde kişileri ürün haline getiren, yokluklarında düzenimizin aksayacağı tehlikeli yazılımlardır.

Kullandığımız hizmetler karşılığı neyin takasını yaptığımızı fark etmeli, mahremiyetimizin ve özgürlüğümüzün ne derece ifşa olduğunu kabul etmeli ve bu bilinçle karar vermeye başlamalıyız. Burada da bitmiyor… Yavaş yavaş konfor alanımızı kırarak tercihlerimizi ve alışkanlıklarımızı değiştirmeli, sadece Facebook, Instagram, Whatsapp değil, “tekel” olan, “bedava” kullandığımız (“özgür” olmayan) tüm hizmetlerden bir adım geride durup, kimseyle bu mecralar üzerinden kişisel ve hassas verilerimizi paylaşmamalı, iletişim kurmamalı ve önümüze gelen her sözleşmeye de “kabul ediyorum” diyip geçmemeliyiz. Bizler, otoriteleşmiş bu yazılımlar karşısında alınıp satılan emtialar değil, bireyleriz.

Bu konforu sunan tekel uygulamalardan bir adım geri durabilirsek, belki bir miktar gerçek ilişkiler kurmaya da başlamak için kendimize fırsat yaratmış oluruz.

Kullandığımız her “katedral” yazılımın “özgür” ve “pazaryeri” alternatifi var: Whatsapp yerine XMPP, Facebook/Twitter yerine Mastodon, Youtube yerine Peertube Instagram yerine Pixelfed bunların sadece bazıları… Şirketlerin / tekellerin ürettiği “kapalı” ve “tek merkezli” otoriter yazılımlardan uzaklaşarak, toplulukların ürettiği “açık kodlu,” “dağıtık” ve “özgür” yazılımlarda buluşmak dileğiyle.